.

15 Kasım 2014 Cumartesi

ÇANDA GEÇMİŞ AŞK PART 6

En son nerede kalmıştık. Heh psikopat Efe dahil olmuştu olaya. Burak öbür dünyaya bi uğrayıp gelmişti. Anlatayım size bu insanların hikayesini. Yada ben yazayım onlar oynasın :

Efe biraz değişik bir tip ve onu size biraz daha tanıtayım

Efe genelde kadınları öldürmeyi yeğliyordu çünkü toplum onları cinselliklerini herkesin suratına çarpmaları için erkeklerden daha fazla teşvik ediyordu. Kadınlar da bunu makyaj, ruj , baş döndürücü kokulari vücut hatlarını iyice belli eden kılıklar ve kırıtkan davranışların yardımı ile başarıyorlardı. Ayrıca bir kadının rahminden yeni bir hayat çıkıyordu. Efe ise hayatı mümkün olan her yerde yok etmeye yeminliydi. Ve şimdi kadın bir kurbanı daha olacaktı. Yeşim ile Burak o noktada kalmışken..


Çağla...
Efe onu geç vakit huzursuzca dolaştığı gecelerden birinde, üniversitenin yakınındaki loş ışıklı bir barda görmüştü. Diyet kola içiyordu. Ya arkadaşlarıyla birlikte bira içecek durumda ya reşit olmadığı ya da içkiden hoşlanmadığı için. Efe kızın içkiyle arasının pek iyi olmadığını sanıyordu.

Çağla çok sağlıklı görünüyordu. Barın gürültü ve sigara dumanından rahatsız olduğu da belliydi. Efe salonun diğer tarafından bile onun arkadaşlarına gösterdiği tepki ve hareketlerinden kızın çok çekingen olduğunu ve gruba uyabilmek için çaba gösterdiğini anladı.Çağla'nın için için hiçbir zaman gruptan biri sayılamayacağının farkında olduğu belliydi. İçkinin yükselttiği sesler, kadehlerin şakırtısı, Hadise, Gülşen'in etrafta yankılanan iğrenç şarkılar, sigara ve bayat biranın pis kokusu, kız tavlamaya çıkmış delikanlıların nemli ateşi.. bunların hiçbiri Çağlayı etkilemiyordu. Barda oturuyordu ama sanki başka yerdeydi. Bütün bunlar onu kirletmiyordu. Gizli enerjisi salondaki bütün genç kız ve delikanlıların güçlerinin toplamından daha fazlaydı.


Öyle canlı ve hayat doluydu ki, sanki ışıldıyordu. Efe, Çağlanın damarlarında insanların alelade, ağır kanının dolaştığına inanamıyordu. Herhalde kalbi hayat pompalıyordu.
Kızın canlılığı Efeyi çekiyordu. Böyle alev alev yanan hayat ışığını söndürmek onu çok mutlu edecekti.


Çağlanın nerede oturduğunu öğrenmek için bardan onun peşine takıldı. Ondan sonraki iki gün kampüste dolaşarak kız hakkında dikkatle bilgi topladı.
Adı Arzu Çağla Harmandı. 1. sınıftaydı. İşletme bölümü öğrencisiydi. Gitar ve klarnet çalıyordu. Çok kimse Çağlanın beste yapma konusunda çok yetenekli olduğunu düşünüyordu.

Çağla inanılmayacak kadar da güzeldi. Vücudu ekranın seks objeleri kadar kusursuzdu. Özellilkle yüzü çok güzeldi yani cildi pürüzsüz elmacık kemikleri ise mükemmel derecede çıkıktı. Siyah gözleri karanlıkta parlayan göllere benziyordu. Ağzı büyük ve düzgün dudakları ise dolgundu. Gülümseyi mutluluk doluydu. Çağla göğüslerinin dolgunluğu, belinin inceliği,kalçalarının gerginliğini ve bacaklarının uzunluğunu gizlemek için dikkatle giyiniyordu. Ama Efe kızı soyduğu zaman onu ilk gördüğü an sezdiği şeyin kanıtlanacağından oldukça emindi. Fazla üretkendi o. Sıcacık bir hayat fırınıydı ve Efe sıcaktan hoşlanmazdı.
Efe onun ölmesini istiyordu..
Kızın kalbini durdurmayı, sonra onu saatlerce kollarında tutarak yaşamın sıcaklığının kayboluşunu,sonunda vücudunun soğumasını hissetmeyi arzuluyordu.

Çağla bir gece on birde oturduğu apartmanın altındaki boş garaja sigara içmek için inmek gibi bir hata yaptı. (Evet onu ben indiriyorum. Çünkü inmesini istiyorum bu onların kaderi) Dairelerin çoğunda halleri vakitleri yerinde orta yaşlı kimseler oturuyor, bazılarını da öğrenciler paylaşıyorlardı. Belki de bu durum, ayrıca mahallenin güvenli bir yer olması ve ışıklandırma, kızın kendisini emniyette sanmasına yol açtı.


Efe girdiği sırada Çağla sigarasını çıkartacaktı. Ona hayretle gülümsedi ama endişelenmemişti. Üstelik Efe siyahlar içinde olmasına karşın.

Büyük bi olasılıkla, asi ve metalci ruhunu açıklamak için egsantrik bir insan gibi giyinmeye merak üniversite öğrencilerinden biri daha, diye düşünüyordu. Her üniversitede böyle tipler vardı. (Ali türenin anlattığı kadarıyla) Çünkü asi bir metalci gibi görünmek öyle olmaktan çok daha kolaydı.

Efe ''Ov, afedersiniz. Burada birinin olduğunun farkında değildim.''

Kız ''Önemli değil'' diye cevapladı. ''Bende sadece sigara içmek için inmiştim'' Ve sigarasını yaktı.

Olamazdı. Efenin alacağı hayattan çalıyordu sigara. Sigara kızın yaşamını Efeden çalıyordu. Buna bir son vermeliydi.

''Bende basketbol topumu almaya gelmiştim. Geceleri şut atmaya bayılırımda ama özür dilerim sizi korkutmak veya rahatsız etmek istememiştim''

Çağlanın gülümseyişi daha belirginleşti. Belkide bir ideali olmayan bu siyah giysili asinin bu kadar terbiyeli davranması onu eğlendirmişti.

Efe o sırada kıza iyice yaklaşmıştı. Çağlanın suratına vurdu. İki kez indirdi yumruğunu tam çenesine. Kız kendinden geçerek plastik muşamba gibi yere yığıldı. İşte şimdi sigara haddini aşamazdı.


Çağla daha sonra Efenin eğlence evinin bodrumunda, iyice boşaltılmış cehennemde kendine geldiği ve kendisini beton zeminde çırçıplak yatar bulduğu zaman diğerlerinden bazılarının yaptığı gibi pazarlığa kalkışmadı. Elleri ayakları bağlıydı ve karanlıkta etrafı göremiyordu ama yinede Efeyle anlaşmaya çalışmadı. Ona vücudunu teklif etmedi. (Efe zaten buna kulak bile asmazdı. O bir ırz düşmanı değildi. Onun zevki apayrı) Genç adamın vahşiliği ya da gücünün onu heycanlandırdığını iddia ederek yalan söylemedi. Ona para vermeyi de önermedi. Düşman Efeyi bir dost haline getirecek içten içe dokunacak sözlerde sarfetmedi. Bağırmadı, ağlamadı, inlemedi ve bildiği tüm küfürleri etrafa savurmadı. Diğerlerinden çok farklıydı. Çünkü fısıltı şeklinde sakince ettiği dualar onu rahatlatıyor ve umutlandırıyordu. Ama Çağla düşmanından kurtarılarak, koparıp alındığı dünyaya geri dönmek için yalvarmıyordu. Sanki ölümün kaçınılmaz olduğunu sezmişti. Onun yerine ailesinin onun kaybına dayanacak gücü bulması için, Tanrının 3 küçük kız kardeşini koruması için ve hatta düşmanı Efeye acıması için dua ediyordu.

Efe, Çağladan pek çabuk tiksinmeye başladı. O sevgi ve merhametin varolmadığını biliyordu. Boş laflardı bunlar. Ne bu dünyada yaşarken, ne sınırda. Ancak çoğu zaman birini seviyormuş gibi rol yapmıştı. Annesini,babasını, bir kızı.. Buna istediği elde etmek için başvurmuş ve hepsini de her zaman kandırmıştı. İnsanların ilişkileri bir oyundan başka bişey değildi. Hileleri farketmesi onu diğer insanlardan ayırıyordu.

Efe, Çağlaya kanmadığını ve Tanrısının ( bak allah demedim hristiyanlık üzerinden yürüyorum aynı şey ama müslümanlığa laf eden yok laf yapan olursa siktirsin gitsin sikerim) güçsüz olduğunu kanıtlamak istediği için, kızın sakin dualarını onu acıyla kıvrandırarak ağır ağır öldürmek suretiyle ödüllendirdi. Kız sonunda haykırdı. Ama çığlıkları hiçte doyurucu gelmedi ona. Çünkü bunlar sadece fiziksel acıyı belirten seslerdi. Bu feryatlarda dehşet, öfke yada çaresizlik bi serzeniş yoktu..

Efe kız öldüğü zaman ondan hoşlanacağını sanmıştı. Ama nefreti yinede sönmedi. Kızın cesedini birkaç dakika için göğsüne bastırarak sıcaklığının kayboluşunu hissetti. Ah o zevk.. Efe için o an yeryüzünün cehennemi yaşıyordu. Ama Çağlanın vücuduna yayılan ölüm soğukluğuda onu gerektiği kadar heycanlandırmadı. Çünkü kız hayata inanarak ölmüştü. Efe onun gözlerinde ölümü tanıdığını belirten o ifadeyi görememişti. Sigara değil Çağla onun elinden almıştı bu zevki.

Efe kızın gevşek cesedini büyük bir tiksintiyle kenara itti..




Yeşim en son çocukluk hatıralarını ve annesiyle yaşadığı son olayı anımsıyordu.. :







































7 Ekim 2014 Salı

ÇANDA GEÇMİŞ AŞK PART 5

Yeşim'in duyguları karmakarışıktı. Belki Efe'nin cenaze töreninden beri bilinçaltı ölmeyi çok istemişti ama şimdi böyle belirgin bir arzusu yoktu. Ancak ölümü özellikle kötü de bulmuyordu. Ne olacaksa olacaktı. Şimdi duygularıda 5 duyusu gibi uyuşmuştu. Onun için kaderi onu pek ilgilendirmiyor, düşük vücut ısısı yaşama güdüsünü engelliyordu. Uyuşturucu etkisi bol bol içkininkinden farksızdı. 

Yeşim sonra mırıldanarak konuşan iki sağlık görevlisinin arasından diğer sedyede yatan Burak'ı gördü. Ansızın Burak için duyguduğu o kaygı ve uyuşukluktan kurtuldu. Ama suratı bembeyazdı Burak'ın. Yüzü Yeşime doğru çevrilmişti. Gözleri kapalı ağzı hafifçe aralıktı. Sanki suratını alevler yalamış ve kemikle cilt arasında kavrulan etin küllerinden başka bişey bırakmamıştı. 

Sonra..
Yeşim ısı düşüklüğünün neden olduğu sersemlikle yatarken, adamların mırıltıları ona bir ninni kadar ritmik geldi. Ancak elleriyle ayaklarının iğneler batırılıyormuş gibi sızlaması can acısının gitgide artması ve iki yanına yastıklara benzer bir şeyler yerleştiren sağlık görevlileri uyumasını engelliyordu. Kimyasal madde konmuş yada elektrikli bişeyler olmalıydılar, çünkü bunlardan el ve ayaklarını uyuşturan ateşten farklı, yatıştırıcı bir sıcaklık yayılıyordu. 

Boğuk boğuk ''Burak'ın da yardıma ihtiyacı varç'' dedi

Görevli ''O çok iyi'' diye cevap verdi. ''Kocanız için endişelenmeyin'' Kocam değil diyememişti Yeşim. Konuşurken solukları buharlaşıyor, küçük beyaz bulutçuklar oluşturuyordu. 

''Ama çok kan vardı ve benzi soluktu''

''Öyleydi olması gerekiyor. Biz onun öyle olmasını istiyoruz'' Diğer görevli ''Ama fazla soğuk olmamalı'' dedi. ''Efe bir buz kutusu istemiyor. O zaman dokularda buz kristalleri oluşuyor ve beyin fazla zarar görüyor'' 

Efe Burak'ı canlı bir ceset gibi mi istiyordu ?

Yeşimin kafası çocukluk anılarına doğru kaydı. Ama bunlar öyle çarpılıp garipleştiler ki.. Bilinç sınırlarını aşarak yarı uykulu bir ortamda olmalıydı. Şimdi biliçaltı anılarıyla kabuslara yakışacak oyunlar oynayabilirdi :

..Beş yaşındaki Yeşim evin arkasındaki bahçede oynuyordu. Meyilli açıklığın ana hatları aynıydı ama kafasının içinde süzülen kötü bir etken ayrıntılara karışıyor, otları yeniden boyuyordu. Şimdi otlar bir örümceğin karnı kadar kapkaraydı. Çiçekler de öyle. Taç yaprakları daha da kapkaraydı. Kırmızı ercikleri iri kan damlaları gibi parlıyordu.  Köpeğinin getirmesi için top atıyordu. Ancak köpeği topu getirdiğinde eline alamıyordu. Bunun nedeni topun çürüyen bir kalp olmasıydı. İçinde karıncık ve kulakçılarından gıvıl gıvıl saçılan sürüyle kurt ve böceğin olduğu bir kalp. 



Burak'ın arabasına binme kararını aldığı o saatleri anlatayım size : 


Hava kararırken eve dönüyoruz. Hep böyle olur zaten. Sokağa çıkmamak için binbir bahane bulan annem, bikez çıkıncada eve dönmek bilmiyor. Her kıpırtıda oyalanıyor. Yok çiçekçi kız, yok sağdan soldan gelen ve yağmur yağacak diyen bir iki şişman bulut, hayatla arasında kısa ve öz bağlar kuruyor. Hatta oyun dünyasının oradaki çiçekçiyle muhabbetini izlerken şunu düşünüyorum : Hayatla bağlanmanın ne kadar çok yolu var.. Ama annemin içini canlı tutmak yaptığı onca şey bir kararlılıkla ilerlemiyor. Yoğun çok yoğun ama bariz bölük pörçük, rastgele olan istekleri var hayatla. 

Yorgun vücuduna salonun başında koltuğa bırakıyor. Biri onun şu halini görse, canını işkeceden az önce kurtarmış olduğunu düşünecek. Beni saatlerdir sokakta oraya buraya sokan o değil sanki. Hey Allahım. ''Neyse sonunda eve geldikya.. Hadi kızım sende değiş üstünüde rahatla ben biraz daha kalırım bu koltukta..''

Odamda düğmelerimi çözerken aklıma yine o mektup geldi. İki düğme kala öylece kalakaldım. Gözlerim aklım fikrim mektubun bulunduğu çekmeceye gidiyor. O mektubu okumak istiyorum. Ama Efe ölmüştü ? Ama bu Efe'nin imzasıydı ? Ya bu bir şakaysa ? Ağır ağır soyunup Efe'den kalan tişörtü üstüme geçiriyorum. Beni şaşırtan onca acıdan sonra gelen bu mektubu açmak isteyişim. Üç kez derin nefe alıp açıyorum. 

''Kesinlikle. Kesinlikle açacağını biliyordum. Benim Efe olduğumu biliyorsun. Bu yazının bana ait olduğunu ve benim bu şekilde konuştuğumu biliyorsun. Senden tek istediğim hayatını sürdürmen. Bugün döneceğin evine Burak ile git. Ve uykusuz görünüyordun lütfen bırakta arabayı Burak kullansın..''

Ama Efe ölmüştü ? 

Şimdi anlıyorum niye Burak'a arabayı sürdürttüğünü. Çarpan araç Burak'ın olduğu tarafa çarpmıştı. Ya bu sağlık görevlilerinin konuşmaları. Allahım. Aaa sahi. Size Efe'yi tanıtayım. Allahın cezası Efe : 


Efe gittiği cehennemin 5 kat aşağısındaki lekeli yatağında, battaniyenin altında çırılçıplak yatıyordu. Genellikle uykusunda parçalanan etler, kırılan kemiklerle dolu rüyalar görürdü. Kan ve irin.. Yığınla kafatası. Bazen rüyasında kendisini kapkara gökyüzünün altında uzanan çorak bir yer bulurdu. Sürüyle insan acıyla kıvranarak ölürken, cehennemin yakışıklı prensi olanlar bu lanetlerilerin arasında dolaşırdı. Kadınlara zevkle bakardı. 

Efe hava kararırken gecenin yaklaştığını sezerek kalktı. Mezara benzeyen yuvasında doğrulup oturdu. Yine ölüm açlığı ve öldürme ihtiyacını dinliyordu. Aklına Yeşim ile Burak geldi. Yeşimi son gördüğünde gülümseyişi öyle tatlı ve hayat doluydu ki, Efe suratını çekiçle parçalamak istedi. Dişlerini parçalayacak, çene kemiğini kıracaktı. Ve kadın bir daha gülümseyemeyecekti!

Efe o gece bir motelin zevkini çıkardı. Genellikle terkedilmiş lunaparkın gerisindeki arsalardan birini tualet olarak kullanırdı. Her akşamda şişe suyu ve sıvı sabunla yıkanırdı. Parkın bir köşesinde bulduğu aynaya bakarak ustura ve aeresol tenekedeki köpükle traş olurdu. Gece yağmur yağdığı zaman dışarıda yıkanmaktan hoşlanırdı. Soyunur ve yağmurun üzerinden akmasını beklerdi. Dünyevi zevklerinden biri buydu. Diğeri ise hiç uyumamasını sağlayan ve tadı inanılmaz acı olan kahveyi yemek. Temizliğe önem verirdi onun için haftada 2 kez motelde kalırdı. Ancak pisliğinde kendine göre bir çekiciliği vardı. Ona özlemini çektiği cehennemin o pis kokusunu hatırlatırdı. Efe diğer dünya ile bu dünya arasında kalmış bir cehennem prensiydi. 


Aklını tamamen yitirmiş Efe kendini böyle görüyordu. Ve inanılmaz derece tehlikeliydi. Normal görünümü onun kesinlikle ilgi çekmemesini sağlıyordu. Ancak içinde yaşadıkları bambaşkaydı. 

Yeşim ve Burak'ın geçmişin zinciriyle bağlı olduğunu söylemiştim. O siyah paslı ve küflü zincir Efe'nin ta kendisiydi. 

5 Ekim 2014 Pazar

ÇANDA GEÇMİŞ AŞK PART 4

Kale duvarları gibi yükselen kara dağların ötesinde koca bir dünya harıl harıl işliyor,insanlar sağa sola koşuşturuyorlardı. Ama Yeşim için sanki gece bomboştu. Soğuk ve ölü bir kalp gibi. Yeşim titreyerek bulunduğu yerde daha da büzüldü. Karayolunun iki yanındaki yamaçlarda yazdan kalma yapraklı ağaçlar sıra sıra yükseliyordu. Biga yolunda mıydı ? Hatırlamıyordu. Biçimsiz,kara,çıplak dalları gökyüzüne uzanan ağaçlardan korkmuştu. Bu koskocaman orman ve etraftaki korkunç kayalar bile bu acı gecenin boşluğunu dolduramıyordu. Bu acı, bu yer ve çığlıklar gerçek olmayan, düşlerde görülenler gibiydi. Şiddetli rüzgarın uçuşturduğu ufak toz bulutlarıda farın ışığında görülüyordu. Ne o farın ışığı nede o fırtına gecenin boşluğunu doldurabiliyordu. Yeşim'in algılayamadığı boşluk dışarıda olup bitenler değil içindekilerdi. Gece her zamanki gibi yaratılışın kaosuyla devam ediyordu. İçi boş olan kadının ruhuydu sadece.

KAZADAN BİRAZ ÖNCE... :

Biri aşağı inen, ikisi yukarı çıkan üç şeritli asfalt yol durmadan yön değiştiren tozların oluşturduğu şeffaf kefen altında kaybolmaya başlıyordu. Yokuş birdenbire düzleştikten sonra geniş,kör bir viraja dönüştü. Bu düzlüğe rağmen henüz Çan'ın çıkışındaki dağlardan öteye gitmemişlerdi. Karayolu tekrar inişli çıkışlı bir hal alacaktı. Araba virajı alırken çevrenin görünümüde değişti Sağdaki yamaç iyice dikleşti. Virajdan çıkmadan bir iki saniye önce sezgileri Yeşim'e tehlikeyi haber vermişti :

''Burak yavaş..'' dedi

Belki Burak başlarının derde gireceğini sezmişti. Çünkü daha Yeşim konuşurken yavaşça frene basarak hızı biraz azalttı. Ancak toz bulutunun içinde daha Burak yavaşlayamadan bir tır belirdi. 

Yeşim ''Burak! Buraak!'' diye bağırmak istedi ama sesi gırtlağına takılıp kaldı. 

Geçmişin zincirini bu 2 insanı birbirine bağlamıştı. Yeşim bu gece o telefon görüşmesinden sonra otobuse atlayıp gitmeliydi. Burak'a özgürlük Yeşim'e kendini tanıma fırsatını vermeliydi. 

Burak : ''Sıkı tutun!'' diyebildi ancak. Sonra tamponun Burak tarafındaki ucu kamyonun sağ tarafına takıldı. Tiz bir cayırtı duyuldu sonra. Sonra.. Sonrası yok. Araba yan benzinliğin korkuluklarından sekti ve üçyüz altmış derece döndü. Dönerek kayan araç diğer arabanın yanından geçerken öyle şiddetli savrulmuşlardı ki Yeşimin dişleri birbirine çarptı, çenesine bir sancı saplandı. Ancak bu acı geçiciydi hissettiği son acı bu olmayacaktı Yeşimin. Yeşim biran boşlukta asılı kalmış gibi oldu. Sonra soluğunu gürültüyle vererek sessizliğini bozdu. 

4 Ekim 2014 Cumartesi

ÇANDA GEÇMİŞ AŞK PART 3

Akşama doğru eve dönüyorum. Annem kapıyı açıyor uykudan şişen gözlerle.Belli henüz saatin farkına varamamış ki kahvaltı ettin mi diye soruyor. ''Acıkmadım daha'' diyorum. Karşımda öylece oturuyor. Yeniden mi yatsam yoksa güne mi başlasamın telaşıyla hareketleri bocalarken duvardaki saati görüyor.

''9 mu olmuş?''

''Yat yat sen''

''Dünkü film kötü yaptı beni uyuyamadım''

''İzleme yat uyu dedim ama ben sana''

Acayip acayip yüzüme bakıyor.Suçlu gibi : ''Tam yatacaktım bak, yine bi film koydular.''

''Anne sen onu kaç kere izledin?''

''8-9 sefer herhalde. Şuraya kadar izleyeyim şurasınıda izleyeyim derken sonuna gelmişim''

''Bu akşam beraber izleriz''

''Ben bi yatıp kalkayım ama ayıp olmasın sana?''

Yüzü öyle yaramaz çocuk gibi ki atlayıp yanaklarını sıkıştırasım geliyor : ''Yat hadi yat sen. Uyandırırım seni. ''

Odasına doğru ağır ağır, küçük adımları sanki büyük bir güç halindeymiş gibi sanki sürükleniyor gibi yürüyor. Küçük odanın yanında duruyor sonra. Aklından çıkıvermiş olan bişeyi hatırlamak için yüzünü türlü türlü ifadelere sokuyor. : ''Seni bi çocuk aradı ama''

Annem için beni biri aramışsa 30 yaşındaysa bile çocuktur ''Ne zaman?''

''Öğleye doğruydu galiba. Burak'tı sanırım. Güzel bir sesi vardı''

''Bişey mi dedi ne dedi?''

''Sahi bi numara bıraktı ama masanın üzerine not aldım saksının yanındadır''

Birden mideme bi sancı giriyor. Burak beni yanından ayrıldığım gibi neden arıyordu. Ona bu gecenin tekrarlanmayacağını söylemiştim oysa. Midemdeki sancı göğüs kafesimi bastırıyor.

Annemin yazdığı numaraya bakıyorum. Bu sayıların beni nereye ittiğini anlamaya çalışıyorum. Diğerlerinden farksız kişiliksiz sıradan rakamlar. 2 gündür midemi bulandıran Çan'ın o boğuk kokusu şimdi boğazıma yapışmış sanki beni öldürmek istercesine af diliyor benden. Ne için af diliyordu Çan benden?

Telefon etmem gerekiyor. Daha doğrusu telefonlar. İlk aramayı yaptıktan hemen sonra kamilkoç'u arayıp İstanbul için bilet ayırttırmalıyım. Nottaki numaraları tuşlamaya başlamadan önce hangisini arayacağımı bilemediğimi farkediyorum. Nottaki rakamları tuşlamaya devam ederken televizyonda açık kalmış olan radyoda yüzyüzeyken konuşuruz çalıyor. Tam sırasıydı. Arama tuşuna basıyorum


Karşıma gülerken telefonu açmış bir kız çıkıyor. Burak'ın birazdan geleceğini söylüyor. Sessizlik sonrası. Bu sessizliği çok yaşar oldum bu zamanlar. Sessizliğim büyüdükçe yazasım geliyordu aslında. Bu gidişle ya yazar olacaktım yada deli. İkiside aynı bok gerçi. Yine hayatıma girer gibi yapıp gitmişti. Olacağını sandığım bugüne bakarken içimde yoktan başka bişey göremiyordum. Ona karşı bunca bekletimin içimde biriktiği bomba patlayacak olsa etrafa kan mı sıçratırdım sade? Acı. Onunla hayat sadece acımasızdı. Sadece hayatı kaçırıyordum onunla. Onunla neyi erken yaşasam,hangi yolda erken yol alsam birgün dönüp baktığımda hep olanlara geç kalışımı görüyorum. Hayat onunlayken hep benden önce akıyordu. Hayatım azaldıkça ben bitmiyordum aksine hayat aktıkça, hayat küçüldükçe ben büyüyorum sanardım. Oysa beni asıl çoğaltan onun benden eksilttikleri oluyordu. Onun doğrularını bulana kadar ardında yatan yanlışları seriyordu önüme ve daha o yanlışlara bakamadan gidiyordu. Bu kızın sesiyle Çan'ı garajdan, Burak'ıda en derinlerimden terk ediyordum.

Kayıtsız şartsız sessizlik.. Göz ucumda annemin salonda bıraktığı cips ve tam sönmeyen sigarası. 











...
Kahve kokusuna karışan cümleler miydi beni geçmişe götüren yoksa kahve gözleri mi. Varsın gitmesin geçmişe. Öfkenin doruğunda yalnızlık demleriz

                                                                                                      S.B.M.H.Y



Kitap okuyan olsa anlar aslında. Anlaşılmıyorsada edebiyat olsun


3 Ekim 2014 Cuma

ÇANDA GEÇMİŞ AŞK. part 2

Burak sakallarıyla oynuyor. Söylecek söz bulamadığından değilde söylenecek çok olduğu için bu sıkıntı biliyorum. İkimizede o afilli kahvelerden söylüyor. Bu sıcak niye giymiş ki diye şaştığım ceketini sonunda çıkartıp sandalyesinin arkasına asıyor. Bir süre hiç konuşmadan geçen arabaları ve çimleri ıslatan fışkiyeyle oynayan çocukları izliyoruz. Bekçi küfürler savurarak izliyor onları. Sonra hamle yapıyor ancak en fazla meydanın oraya kadar koşturabiliyor. Soluğu kesiliyor ve sonunda tamamen yorulup bırakıyor peşlerini.

''Üstleri çıplaktı'' diyor kendi kendine konuşuyor gibi

''Nasıl nasıl ?''

''Adamın koşturacağını biliyorlardı. Bu yüzden üstleri çıplak geldiler giyinmekle zaman kaybetmemek için''

''Artık buradan geçemezler bile bekçi yüzlerini gördü unutmaz''

''Ayakkabılarındaki çamurlara bakılırsa ki bu sıcakta nerede çamur olacak yani bu oyun her gün burada tekrarlanıyor''

''Yarın yine gelecekler yani ? ''

''Kesinlikle.''

''Bu dedektif havası sana tam olarak nereden bulaştı çok mu sherlock holmes izliyorsun'' diyorum. Allahım niye saçmalıyorum

''Ya sen bi sus tamam mı'' diyor gülerek. Güneşi beklerken'i izliyorum Kerem'i taklit ediyorum demesine gerek kalmadan

Vücuttan kaybediyorsun diyorum. Yine saçmalıyorum

Elini elime uzatıyor ve saatime bakıyor. Pembe.

''Saat hediye mi ? '' diye soruyor

''Hayır'' diyorum


''İnsan en sevdiği uç rengi cesaretliyse saatinde yada ayakkabısında kullanır. Sen çok cesursun ki pembe saat almışsın. Çocukluk rengi olur bu genelde. Sen cesur bi kızsın'' diyor. Demek ki küçükken powerpuff girls hayranıydın. Yo hayır. Powerpuff girls sevmek için fazla çekicisin. Sen barbielerini çok seviyordun. Yada winks kızları mı. Kesinlikle winks kızları. ''

''Şaşırtıcı''

''Yüzüne işlemiş bi korku ifadesi mi var ? '' diyor. ''Gelecekten kaygılanıyorsun. Aslında deli gibi kpss çalışıyorsun ama daha fazlasını arıyorsun. Seneye kpss'ye hazırlanmak için dershane olmaması mı canını sıkıyor? Ama bi rahatlığında var. Serzenişlerin için değil. Burada arkadaşların olmadığınıda varsayarsak annene anlatıyorsun bunları heyecanını korkunu ona söylüyorsun ve daha fazla çalışmam gerek deyip gömülüyorsun derslere. Aldığın haplarla zor olmuyor mu ? ''

''Bunlar nasıl yani anlamadım?''

''Gözlerinden anlaşılıyor Yeşim''

''Burak ruhum benden çok daha ölüme yakın. Çok daha yaşlı ruhum ya valla çok kötüyüm'' derken gözyaşlarımı tutamıyorum. Kahretsin ne diye ağlıyorum şimdi


Sana yaşadığım acıların açtığı yaralardan bahsetsem. Her seferinde hayatıma girenlerin merak edip baktığı ve türlü türlü zamansız numaralarla sarmayı denediği ama her seferinde daha çok kanattıkları yaralarımdan. Sen bilmezsin en çok koruduğun sakındığın yerlerin tekrar tekrar kanamasını. Bilir misin ? Bilir misin Burak kanayacak yerinin kalmamasını. Kanayacak tek bir yer kalmadı kalbimde. Bu yaraları yeniden kanatacak insanlarda gitti. Alışmıştım. Bilir misin Burak başkalarının kanattığı yaralara alışıp onlar gidince kendi kendine o yaraları dağlayacak gücü bulamamayı ? 

Diyemiyorum. Senin acını kandıracak başka bir acı bulamıyorum. Öyle bir açık bıraktın ki o kapıyı. Beynimin içine çömelmiş bekliyordun yıllarca. O kapıyı bıraktınya öyle şimdi kendi sesinden korkarken yakalıyorum o kapıları ve bıraktığın o açık kapılardan sadece rüzgar girer oldu ve siktiğim kahve sevdan bana yaramadı hiçbir kahve içimi ısıtmadı. Demiyorum. Sadece bu gece onunla olmak istiyorum.


''Yeşim ben. Bana gidelim mi?''





yazar burda ne demek istemiş diye sormayın. ben bile kendi yazdığımı anlamadım. bi dahaki partta bi kadın olarak nasıl sevişmeyi planlıyorum onuda bilmiyorum. spoiler verdim ama belli yani. bu arada bunu okuyup aşk acısı falan çekiyorum sanan olmasın pedofili hastasının aldığı zevkide yazmıştım bi aralar ancak ben pedofili hastası mıyım ? Hayır hayatta en nefret ettiğim şeydir. bu hikaye pek olmadı gerçi afilli sözler bulamadık gelmedi pek 

1 Ekim 2014 Çarşamba

ÇANDA GEÇMİŞ AŞK part 1

Şimdi şuanki sevgiliniz yada sevdiğiniz insan ile aranızdakilerin kötüye yakın bittiğini. Ve 11 yıl sonra yeniden telefonlaştığınızı düşünün. Burada ben kendimi kadının yerine koydum ancak farketmez sonuçta ortada nesnel bi keşkemsilik var.


Derken yüzlerce sene öncesinden gelen bir ses ''Efendim ?'' diyor.

''Burak ?''

''Yeşim, sen misin?''

''Aramışsın, notunu aldım''

''Mesajımıda aldın mı?''

''Evet.''

''Nasılsın?''

''Biraz daha iyi. Çandaymışsın?''

''Sabah geldim. Biliyor musun, hiç değişmemiş sesin.''

Konuşmamız herhangi bir gelişme göstermeden, bu şekilde bir süre daha gidiyor. Olabildiğince düz, daha derin ve acayip yerlere sıçramaya izin vermeyecek yanıtlar arıyorum. Burak'ın konuşması rahat, eskiden olduğu gibi alaycı. Yıkıma uğramış bir kadınla konuşur gibi değilde. Öyle konuşmuyor işte. Boş yere avutmaya, acıyı paylaşmaya çalışmıyor. Yaptığı rahatsız yolculuğu anlatan sesinde hayatın sürüp gittiği duygusu var. Herkes bu cesareti gösterebilse, bu gerçekleri, acıları daha rahat kabullenirdik.

''Seni görmek isterim'' diyor sonra, ani bir manevra yaparak.

''Ama burada çok kalmayacağım''

''Hala Çanın tamamını gezmedik. Ve gezmek için bana sözün var.''

''Sözüm mü var?''

''Şahit göstereyim ister misin?''

''Hayır'' diyorum, bitkinlikle, ''gösterme.''

Konuşmuyorduk. Sessizliğin uzamaması için bi neden var mıydı zaten. Bu sessizlik hangi nedensizliğin habercisiydi. Burak'a ya bu sefer de karşı koyamazsam ? 


Buluşma yerimiz Çan'da yeni açılmış bir Kahveci. Burak'ın verdiği tarifi doğru anladığımdan hiç emin değilim. Burayı en son 2 yıl önce annemle yaptığımız yürüyüşlerde görmüştüm. Adı Keyf-i Kahveymiş. Çanı mı unutmuştum ? Anneme geleli henüz birkaç hafta olmuştu ve çok geçmeden intihar edeceğimden adım gibi emindim. Evden çıkmak için ısrar eden ilk kişi annem oluyordu hep. Bu sefer niye ben erken gelmiştim ? Gerçekten bu gecenin sonunu nerde geçirecektim ? 

Burak gelmişti. Aslında Burak'ın buluşma yeri olarak burayı seçmesine şaşmamalı. Gerçek bir kahve uzmanıdır ve gençken bu konuda bir antoloji hazırlamayı bile ciddi ciddi düşünüyordu.''Kahve tatlarından tatsız antoloji'' gibi bir şey. 

''Oturabilir miyim?'' diyor, gülümseyerek

Kendimi aptal gibi hissediyordum. Bu mekanda Burak ile buluşmuş olamazdım. Burak'ın hayatında ben varken, benden fazla kahve merakı vardı. Hatta bana ilk tanıştığımızda ''Balkona çık ve bende evinizin önüne geleyim karşılıklı kahve içelim'' demişti.''Burak gerçekten babam anlarsa''dan öteye gidememiştim o konuda.''Balkonlarını kahve kokutmayanlar utansın öyleyse'' deyip 1 hafta arayıp sormamışlığı vardı.Ne utanacak mışım? Burak sosyopat mıydı acaba? Ayrıca kahveden hoşlanmazdımda kokusu çok keskin oluyordu. Uç şeyleri sevmezdim. Burak inceliğinde biri neden kahveleri önceden söylememişti ? Ve bu kadar kahve kokusunu seven bi insan niye Çan'ın en kahve kokmayan yerine gelmişti. Burası neden kahve haricinde herşey kokuyordu. Allahım haplarımı almış mıydım. Burakla gerçekten buluşmuş olamazdım.


''Lütfen. Otur tabiki..'' diyorum. Kendimi gülmekten alıkoyamıyorum. Bir zamanlar yattığım çocuk. Zaman aramızda buzdan fazlasını koymuştu.

Karşıma oturuyor. Daha el bile sıkışmadık henüz. Yanaklarımızda birbirine dokunmuş değil. Yani hiçbir şeytanı harekete geçirecek bişey yapmadık. Henüz..











Çok uykum geldiği için bunun devamını daha sonra yazıcam. Ki kendimi bi kadının yerine koyarak yazmakta epey hard bişey. Hadi eyvallah sayın sevgili değerli okur.(bikaç söz alıntıdır)

Ve bu tür hikayeler 1 saatte yazılır. Silmeden yazılan hikaye türü bunlar yazdığını silmiyorsun yani öyle gidiyor doğaçlama. Eğer yazım hatasıdır, mantık hatasıdır varsa affola falan değil okuma arkadaş.